Mankurt burada geçmişini ve geleneklerini unutanlar için kullanılmıştır. Genel olarak, Cengiz Aytmatov, mankurt efsanesi ışığında Cengiz Aytmatov, Rusya rejimi sırasında dinini, dilini, ailesini unutan bir nesli gözler önüne sermektedir. Gün Olur Asra Bedel Kahramanları (Kişileri): Yedigey: Romanın başkahramanıdır
CengizAytmatov-Gün Olur Asra Bedel (Kısa Özeti) Romanda Cengiz Aytmatov’un kişilik analizini çok iyi yaptığını görmekteyiz. Okurken kendinizi Orta Asya bozkırlarında ovadan ovaya koşar halde bulursunuz. Türklerin kökenini ve ilk yaşam tarzlarını bu romanda zihninizde canlandırabilirsiniz. Gelelim romanın kısa özetine.
zevkleokuduğum cengiz aytmatov'un müthiş bir eseridir. bozkır yaşantısını size hissettiren bir roman. gün uzar yüzyıl olur ismiyle de yayımlanan kitap. mankurt efsanesinin anlatıldığı çok özel bir roman. bozkır hissini iliklerinize kadar yaşatır. sovyet rejiminin de farklı metaforlarla eleştirildiği 150'den fazla dile
Bu romanında Aytmatov, Gün Olur Asra Bedel'in kahramanlarından öğretmen Kuttubayev'in nasıl öldüğünü anlatıyor. Kuttubayev'i suçlayan askerî savcı (KGB) en önemli delil olarak onun, Cengiz Han'la ilgili bir efsaneyi kaleme almış olmasını gösteriyor. Bu efsane, Avrupa'yı fethe giden Cengiz Han'ın Sarı-Özek'ten geçerken
GÜN OLUR ASRA BEDEL ÖZET KİTAP ÖZETİ ROMAN ÖZETİ Romanın Yazarı: Cengiz Aytmatov Romanın Konusu: II.Dünya Savaşı;ından sonra Kazak bozkırlarında bir tren istasyonunda yaşamaya başlayan Yedigey’inburada tanık olduğu olaylar. Romanın Özeti: Romanın vakası Kazak boylarında geçer.
CengizAytmatov 'un Gün Olur Asra Bedel (=Gün Uzar Yüzyıl Olur) Romanı, mankurtlaşma ile geleneklerini koruma arasındaki insanların hikâyesidir. Geçmişin efsaneleriyle geleceğin bilim kurgusunun harmanladığı özel bir teknikle yazılmıştır. Her şey, bir devenin sırtında, cenaze konvoyunun en önünde giden Yedigey'in
I4SaV6d. Gün Olur Asra Bedel, Cengiz Aytmatov, 2005, İstanbul“Gün Olur Asra Bedel” adlı eserde Türkistan'ın Kazak bölgesindeki 8 hanelik bir tren yolu bakım istasyonunda yaşayan Aral bölgesi Kazak Türklerinden Kazangap adlı yaşlı işçinin ölümü ve vasiyeti üzerine düzenlenen cenaze törenini anlatan ana eksen etrafında, Türklerin destanî devrine dönüşler ile uzay kolonileri arasındaki ilişkilerin sınırladığı geniş bir açılım sergilenmekte ve tek bir günün anlatıldığı roman böylece ismine uygun olarak 'yüzyıldan uzun bir gün' ün hikâyesi olarak şekillenmektedir. Romanda Türk geleneği temsil eden Kazangap'ın en yakın dostu Yedigey ile Sovyet devrinin yenik insanı Kazangap'ın oğlu Sabitcan arasındaki çelişki ortaya konularak, Türk insanı' ile 'Sovyet insanı' karşılaştırılmakta ve açıkça 'Türk insanı'ndan yana tavır alınmaktadır. Yazar bu trajik karşılaştırmasını sağlam bir zemine oturtabilmek için destanî geleneğe yaslanarak Yedigey'e Nayman Ana Destanı'nı vakası Kazak boylarında geçer. Bir kazak Türkü olan Yedigey’in ekim devriminden sonra sosyal karışıklık ve belirsizlik yüzünden bir yere tutunmak ihtiyacı ile Kumbel istasyonuna tanıştığı Kazangap vesilesiyle Sarı-Özek bozkırlarındaki Boranlı istasyonuna 1944 de savaşta sakatlanınca kızıl saçlı, sevimli ve güler yüzlü doktor ona “Savaş bitmek üzere. Aklına kötü bir şey gelmesin. Bir an önce memleketine dön. Bir yıl içinde eski gücüne kavuşursun.” Gölü kenarındaki Cangeldi’ye geldiğinde dar sokakları, ayağına yapışan çamurları ile Cangeldi’yi hepten ıssızlaşmış bulur. Savaş erkekleri adeta silmiştir. Açlıktan ölmemek için herkes hayvan çiftliklerine dağılmıştır. Balıkçılıkla geçinen köyde Aral’a açılacak erkek onu bekleyen eşini bulan Yedigey işe yaramaz bir durumda olduğunu söylenip durur. Görünüşte sağlam biri olarak görünür. Ama güçsüz beyni zonklayan ayakta zor duran bir hali vardır. Eşi Ukubala’nın yakınları onu bozkıra çağırmışlardır. Şimdilik otlaklarda otlayan hayvanları gözetler. Gururlu bir kişi olan Yedigey ailesine yük olmamak için demir yollarında çalışmaya koyulur. Demir yollarında çalışa çalışa, istasyon istasyon savrula savrula Kumbel istasyonuna gelir. Kumbel demir yollarının kavşak noktasında olan bir istasyondur. Trenlerin kullandığı yakıt burada depo edilir. Yedigey ve eşi Ukubala vagonlardan boşaltılan kömürleri el arabasıyla depoya taşırlar. Bir gün istasyona devesiyle bir Kazak Türkü olan Kazangap gerçekte belirli bir özelliği yoktur, sade bir adamdır; ama hayat çilesi çekerek olgunlaştığı bellidir. Esmerleşen yüzünden ve iri damarlı ellerinden, hep ağır işlerde çalışmış bir bozkır adamı olduğu anlaşılır. Onun gibi dürüst, cesur, bilge bir insanın bu zamanda eşine rastlamak mümkün Yedigey ve karısı Ukubala, kendi köyleri Cangeldi’yi terk ederken, emektar arkadaşı Kazangap’la karşılaştıkları o günün bütün geleceklerini ve hayatlarını etkileyeceğinden habersizdirler...Kazangap, onlara sadece kendisiyle birlikte Boranlı istasyonuna gelmelerini ve çalışmak için oraya yerleşmelerini teklif eder. Aynı gün, Kazangap’la birlikte Sarı Özek bozkırındaki Boranlı istasyonuna hareket ederler; ama sonradan bunun bir talih, bir kader olduğunu şey, bir devenin sırtında Ana Beyit mezarlığına yol alan cenaze konvoyunun en önünde giden Yedigey'in bilincinde oluşur ve gelişir. Sarı Özek'teki istasyondan kutsal mezarlığa giden cenaze konvoyunun başını çeken Yedigey, can dostu Kazgangap'la yaşadıklarını, bu kısa yolculuk sırasında geri dönüşlerle bilinç üstüne çıkarır. Romanın ilerleyen sayfalarında, anlatılanların, bu yolculuk boyunca tahayyül edilenlerin ürünü olduğu ortaya çıkar. Yedigey, koca ömrü, bir güne hatta saatlere sığdırır; geçmişin, şu anın ve geleceğin aynı şey olduğunu, deve sırtındaki bilinç akışlarında yaşar ve anlatılan bir günün hikâyesidir. Ard zamanlı bir anlatım tekniğiyle Yedigey-Kazangap ve Sarı-Özek bozkırlarının hikâyesi 24 saatlik bir süre içinde yüzyılın hikâyesine Kazangap’ın ölümüyle Sarı-Özek’in geçmişini hatırlar. Yedigey arkadaşı Kazangap’ın cenazesini onun vasiyeti üzerine Ana-Beyit mezarlığına gömmek ister. Burası onların atalarının mezarlığıdır. Ancak Kazangap’ın oğlu Sabitcan Ana-Beyit mezarlığının Boranlı’ya uzak mesafede olduğu için “Oraya gitmemize ne gerek var. Hem rahmetli tren düdüklerinin çok severdi. Hemen şuraya gömelim. Tren düdüklerini dinleye dinleye huzur içinde yatsın.”diye karşı Sarı-Özek bozkırlarının tarihiyle anlatılanları iki şekilde anlatabiliriz1. Düne ait; Nayman Ana efsanesi,2. Bugüne ait; Kazangap, Yedigey, Abu Talip Kutlubayev ve 2. Cihan Harbi sırasında yaşadıkları özellikle de Kazangap’ın defin işleriyle ilgili işlemler yapılırken yer yer geriye dönüşlerle dünün bugüne aktarılması dikkatle sunulur. Boranlı istasyonuna gelerek yerleşen Yedigey, inançları için mücadele edecek karakterdedir. Ancak inançları şifahi gelenekten beslendiği için pasif bir mücadelededir. O bu haliyle çalışan, kararlı, biraz da romantik bir Ana destanında Göçebe Türk oymaklarının düşmanı olan Juan juan'lar -Türklerin tarihi düşmanları olarak semboli¬ze edilmektedir- savaşlarda ele geçirdikleri tutsakları ya uzak yerlerde satmakta veya güçlü-kuvvetli olanları ayırarak korkunç işkencelerle "Mankurt”laştırdıktan sonra köle olarak kullandıkları anlatılmaktadır. "...Önce tutsağın kafasını kazırlar, kesilen bir devenin boyun bölgesinden yüzülen bir deri parçası tutsağın kafasına bir başlık gibi geçirilir. Kafasına deri geçirilen tutsak başını yere sürtmesin diye boyuna tahta kalıp takılır, yürek paralayıcı çığlıklarını kimse duymasın diye ıssız bir yere götürülürdü. Kolları, bacakları bağlı tutsak orada güneşin alnacında, aç-susuz birkaç gün kalırdı. Başına deri geçirilenlerden çoğu acıya dayanamayıp ölür, sağ kalanlarsa belleklerini yitirerek geçmişlerini anımsamayan birer "mankurt" -köle- olurlar. Tutsakların ölüm nedeni açlık, susuzluk değildir. Zavallılar başlarına geçirilen taze deve derisinin güneş altında kuruyarak büzülmesi sonucu acıya dayanamadıkları için ölürler. Sımsıkı sarılan deri kurudukça tutsağın kazınmış başını mengene gibi sıkıştırır. Bütün bu acılar sonunda tutsak aklını yitirmeye başlar. Juanjuanlar işkencenin beşinci gününde sağ kalan var mı diye bakmaya gelirler. İşkenceye tutulanlardan biri bile sağ kalsa amaçlarına ulaşmış sayarlar kendilerini... "Mankurt" kim olduğunu, soyunun-sopunun nereden geldiğini, adını, çocukluğunu, anasını-babasını bilmezdi kısacası insan olduğunun bile farkında değildir. Benlik bilincini yitirdiği için efendisine iktisadi açıdan büyük avantajlar sağlar... Herhangi bir köle sahibi için en büyük tehlike, kölesinin başkaldırmasıdır. Her köle fırsat bulunca isyan eder; oysa mankurt köleler arasında kaçmayı, karşı koymayı, başkaldırmayı düşünmeyen, alışılmışın dışında tek varlıktır. Köpeklerin sahiplerini dinlemeleri gibi mankurt ta efendisinin sözünden dışarı çıkmaz. Efendisinden başkasının sözünü dinlemez, bedeninin gereksinmelerinden başkasını düşünmez... En kirli, en ağır işler mankurtlara verilir, sonsuz sabır isteyen bıktırıcı, sıkıcı, sinir törpüleyici işler onlara yaptırılırdı."...s. 151Juan juanlarla girişilen bir savaşta babasını kaybeden ve babasının öcünü almak için Juan juanlara karşı düzenlenen bir akına katılan Nayman Ana'nın oğlu Colaman akından geri dönemez. Cenk meydanında oğlunun cesedini arayan ancak bulamayan Nayman Ana hep oğlunun bir gün çıkıp geleceği ümidiyle gün kervancılardan yakınlarda bir mankurt'un deve güttüğünü işiten Nayman Ana analık sezgisiyle bu mankurtun oğlu olabileceği hissine kapılır. Bu fikrini, hiç kimseye açamayan Nayman Ana, kitaptaki ifadeyle "torkunlarına kızlık akrabalarına uğrayacağını, onlarda bir süre konuk kaldıktan sonra eğer kendisi gibi istekliler çıkarsa Kıpçak ülkesine erenlerden Yesevi Dede'nin türbesine gideceğini" söyleyerek yola çıkar. Nihayet deve güden mankurtu bulan Nayman Ana önsezisinde yanılmamıştır. Bu mankurt onun sevgili oğlu Colaman'dır. "İki gözüm benim!" diye oğluna atılan Nayman Ana oğlunun kendisini tanımaması ve adını "Mankurt" olarak bildirmesi üzerine kahrolur ve şunları söyler "Bir insanın dinden malı-mülkü, tüm zenginliği, gerekiyorsa yaşamı alınabilir. Ama belleğini köreltmeğe, beynini sakatlamaya kim cüret edebilir?" Ağlayarak oğluyla konuşan Nayman Ana sözlerine devam eder "-Senin adın Colaman. İşitiyor musun beni? Colaman senin adın. Babanın adı Dönenbay. Öldü baban. Anımsamıyor musun babanı? Sana ok atmayı o öğretti. Ben senin ananım. Sen de benim oğlum. Göçebe oymaklarındansın sen. Bizim oymağa Naymanlar denir. Sen de Naymansın."Oğluna bu şekilde kim olduğunu, nereden geldiğini anlatmaya, hatırlatmaya çalışan Nayman Ana onun hafızasını tamamen yitirdiğini acıyla fark eder; buna rağmen yine de onu obalarına götürmek ister. Ana yüreği onun bir gün aklının başına geleceğine inandırmıştır. Bu sırada yanlarına yaklaşan efendi Juanjuan, Nayman Ana'yı görür ve kaçan Nayman Ana'nın mankurtuna anlattıklarını öğrenince Colaman'a anasının ona işkence yapmak istediğini ve bu yüzden Nayman Ana'yı öldürmesi gerektiğini söyler. Romanda belirtildiği üzere "..oğlunu alıp götürerek göçebe Naymanlara istilacıların tutsakları nasıl sakatladıklarını, akıldan yoksun bırakarak nasıl alçalttıklarını göstermek isteyen ve böylece onların düşmana diş bileyerek silaha sarılmalarını" sağlamayı düşünen Nayman Ana Juanjuanlar oğlunun yanından ayrılınca tekrar oğlunun yanına döner. Ancak anasının kendisine kötülük yapmak istediği "öğretilen" oğlu, Nayman Ana'sını dinlemez bile! Kitapta bu hazin öykü şöyle bitiriliyor"Nayman Ana son anda oğlunun okunu ona çevirdiğini gördü; deveyi dehleyip ileri fırlamağa fırsat bulamadan kısa bir vınlama duydu, yaydan fırlayan ok sol böğrüne saplandı. Öldürücü bir saplanmaydı bu. Nayman Ana yavaş yavaş aşağı eğildi, yıkılmamak için devesinin boynuna sarıldıysa da yere düşmeye başladı. Fakat ondan önce başından ak yazması kaydı, bir kuş olup havalanırken; "-Adın ne senin? Kimin oğlusun? Anımsa adını! Senin baban Dönenbay! Dönenbay! Dönenbay!" diye çığlık o günden beri Sarı-Özek bozkırında gece¬leri Dönenbay kuşu uçarmıs. Bir yolcuya rastlarsa yanına yaklaşır "Adın ne senin? Kimin oğlusun? Anımsa adını! Senin baban Dönenbay! Dönenbay, Dönenbay, Dönenbay, Dönenbay!" diye bağırırmış...s. 147Aytmatov’un eserlerinde birinci kuşak ve ikinci kuşak arasında değer farkları görülür. Birinci kuşak çalışmayı alın terinin değerini ve atalarından öğrendiklerini milletine ait inançları yaşatmaya çalışır. İkinci kuşak ise Sabitcan’da portatif olarak karşımıza çıkar. Bu kuşağın özellikleri rahat bir yaşam peşinde koşan varlık sebebini kültürel varoluş olarak değil, fiziki varoluş olarak görür. Hayatta kalma kaydıyla efendilerinin emrindedir. Colaman’ın şuurunu kaybettirilerek işkence yoluyla köleleştirilmesi gibi Sabitcan’da okullarda eğitim yoluyla kendi milletinin değerlerine yabancılaştırılan çağdaş bir “mankurt” tur. Yedigey milli ve dini hayata bağlıdır. Arkadaşı Kazangap onun gözünde sıradan bir cenaze değildir. Kazangap Sarı-Özek bozkırlarının ilk sakinlerindendir. Boranlı’da vahşi hayata karşı mücadele edip hayatta kalmayı başarabilen bir irade abidesidir. Ama Kazangap da şifahi bir kültürden yetiştiği için mankurtlaşmasına engel kuşaktan Abu Talip Kutlubayev bir coğrafya öğretmenidir. 1951 yılını sonlarında soğuk bir kış günü Boranlı’ya gelmiştir. Eşi Zarife sınıf öğretmenidir. İkinci Dünya Savaşında cepheye çağırılmış, Almanlara esir düşmüş taş ocaklarında çalışırken bir fırsatını bulup kaçmıştır. 12 arkadaşıyla birlikte Yugoslav partizanlarla, faşist İtalyanlara karşı gösterdiği Adriyatik Denizindeki kahramanlıkları gazeteye yansımış ve nişan almışlardır. Sovyet denetleme heyetinin soruşturmasıyla yurda dönmüş, tekrar coğrafya öğretmenliğine başlamıştır. Derslerinin birinde Avrupa kıtasını anlatırken ders kitaplarından farklı olarak oraların gelişmiş, yeşil ormanlarla, bakımlı çiftliklerle dolu olduğunu anlatırken askere alma merkezinde çalışan birinin oğlu “Siz Sitali’nin emrine rağmen niye kendinizi öldürmediniz de Almanlara esir düştünüz? Siz bir vatan hainisiniz” der. Öğrencilerin çoğu bunun hainlikle ne ilgisi var diye karşı çıksa da sınıf karışmıştır bir kere. 1948’te Yugoslav meselesi çıkınca ilçe merkezine çağırılıp kendi rızasıyla görevinden ayrıldığına dair bir dilekçeyle istifa ettirilir. Kader onları Sarı-Özek bozkırlarındaki Boranlı’ya savurmuştur. Abu Talip Kutlubayev kendi kültürel değerlerinin farkında olan, her türlü hayat şartlarında onu gelecek kuşaklara aktarmakla kendini sorumlu tutan kitabi kültürün temsilcisidir. Kazangap’ın, oğlu Sabitcan’ı şifahi kültürle yetiştirmesine rağmen, Sovyet eğitimin bir mankurt olarak karşısına çıkmasını önleyememiştir. Abu Talip ise Boranlı’nın bütün imkânsızlıklarına rağmen hem kendi çocuklarına hem de Yedigey’in çocuklarına ders vererek Türk tarihinin coğrafyasını anlatır, başından geçenleri yazar. Böylelikle aydın sorumluluğunu yerine getirecektir. 5 Ocak 1953 günü gelen trenle ellerinde siyah çantalı üç kişi iner. 1952 yılının son günü Abu Talip vermiş olduğu şenlikte halk dansları eşliğinde halk türküleri söylediği Nayman Ana ve Dönenbay gibi efsaneler anlattığı için Boranlı halkı Abu Talip hakkında sorgulanır. Abu Talip sorgulanma sonunda alınır, bilinmeyen bir yere götürülür. Gelen bir mektupta Abu Talip’in öldüğü duyulur. Yedigey Zarife ve çocuklarının peşinde pervane olmuştur. Abutalip’in ölümünden sonra Zarife ve çocuklarıyla çok yakından ilgilenir, zamanla bu ilgi Zarife’ye karşı büyük bir aşka dönüşür. İçten içe Zarife’ye karşı bir takım kıpırtıların olduğunu hisseder, kendini suçlamaya başlar. Yedigey Zarife’ye olan aşkını göstermek için Roymalı Ağa ve Begümay aşkını gündeme getirir. Zarife, Yedigey’in onu düşünmekten vazgeçmesini istediği için çocuklarıyla çekip gider. Yedigey uzun süre kendini yatıştırmaya, kaderine razı olup Zarife’yi unutmaya çalışır. Fakat başarılı bu geçmişin gözler önüne serildiği yukarıdaki bölümlerden sonra tekrar cenaze konvoyuna dönen kurguda Kazangap’ın ölümü ile ilgili her şeyin, bütün hazırlıklar onu Naymanlar’ın kutsal mezarlığı olarak kabul edilen Ana-Beyit’e gömmek için yapıldığı hatırlatılır. Ancak konvoydakiler sevdikleri kişinin cenazesini Nayman’ların kutsal mezarlığına götürdükleri zaman, orada bir uzay üssünün kurulmuş olduğunu görürler. Üsse yaklaşan cenaze konvoyunu durduran nöbetçiler, buranın askerî bölge olduğunu söyleyerek cenaze konvoyunun Ana Beyit'e girmesine izin vermek istemezler. Tartışma sürerken Nöbetçi subay gelir. Nöbetçi subay Kırgız kökenli bir delikanlıdır. Kendi halkından bir muhatapla karşılaşan Yedigey sorunu çözeceği inancıyla konuyu açıklamaya başlar. Nöbetçi subayın cevabı çok kısa ve çarpıcıdır"Yoldaş, Rusça konuş" . Yedigey afallayarak niçin Kırgızca konuşmadığını sorar. Kırgız subay görevde olduğunu, görevde iken Kırgızca konuşamayacağı cevabını verir...s. 409Konvoy çaresizlik içinde, kutsal topraklardan uzaklaşır. Yedigey başka bir yerde cenazeyi yaparak gömer; ancak Kırgız geleneklerini, tam olarak bilmeden ve uygulayamadan gömmek onu çok rahatsız etmiştir. Babası Kazangap'ın Nayman Ana Kabristanı'na gömülmesi vasiyetine karşı çıkarak bir an önce cenazeyi toprağa gömüp şehre dönmek isteyen Sabitcan, dikenli tellerle yolları kesilince;"Ben ta başında söylemiştim. Ölüyü ta buralara taşımanın ne gereği vardı? İşiniz-gücünüz boş inançlarla uğraşmak! Bu masallara kendi inandığınız yetmiyormuş gibi bir de başkalarını inandırmağa çalışıyorsunuz." diye tavrını ortaya koyar. "Nasılmış? Kapıdan geriye dönersiniz değil mi? Bunun böyle olacağını ben size baştan söylemiştim! "Ana-Beyit, Ana-Beyit!" diye tutturmanın sonu budur. Sopa yemiş köpeğe dönersiniz işte böyle!.. Adamlar "Plana göre gömütlük yerinden kaldırılacak" diyorlar. Karar kesin. Daha fazla uzatmağa gerek var mı? Eski masallara fazla kapılmışsın, sen, Yedike. Adamlar burada dünya çapında uzay işleriyle uğraşıyorlar, sen de tutturmuşsun "Ana-Beyit'imiz, Ana-Beyit'imiz!" diyorsun. Kim dinler seni? Kimin işine yarar senin Ana-Beyit'in?.. İhtiyar ıvır zıvır işlerle kimsenin kafasını şişirmeye kalkma. Hele böyle bir konuda bana hiç güvenme. Senin Ana-Beyit'in bana vız gelir, tırıs gider." şeklindeki sözleriyle inançları alaya alan "okumuş-eğitilmiş" Sabitcan sözlerini şöyle tamamlar "..Başka isim gücüm yok da o işlere mi koşa¬cağım? Hem de ne için? Bak ihtiyar, benim ailem, çocuklarım, iyi de bir işim var. Ne diye durup dururken rüzgâra karşı işeyeyim? Bir telefondan sonra kıçıma bir tekme atsınlar diye mi?.." yattığı Nayman Ana Kabristanı'nın ortadan kaldırılacağını öğrenince "birşeyler" yapmayı teklif eden Yedigey'e işbirlikçi aydınların sembolü Sabitcan'ın verdiği bu cevaplarla Cengiz Aytmatov'un sis¬temi sorguladığı açıktır. Yazar bu türden bir teslimiyeti bir tür Mankurtlaşma olarak değerlendirerek şunları yazmıştır "Yedigey düşündükçe incinmişliği artıyor, durumu daha da içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Buna gencecik adama Sabitcan bir yandan kızarak, bir yandan acıyarak, bir yandan da ondan iğrenerek; "-Mankurtsun sen! Gerçek bir mankurt! diye mırıldandı..." ...s. 437Sonuç olarak Gün Olur Yüzyıl Olur, dönemin yönetim anlayışına, Stalin diktatörlüğüne eleştirel bir bakış getirir. Bu eleştirel bakış, devlet kademelerinde görev yapan kişilere olumsuz karakterler çizilmesiyle kendisini gösterir. Roman kahramanlarında Sabitcan, bozkırın karşısında şehri, sıradan Kırgız’ın karşısında ise yönetime yakın, toplumsal yabancılaşmaya örneği temsil eder. Aytmatov'un yapıtlarında olumsuz kişilerin şahsında, sistemin yozlaşmış uygulamaları, üstü kapalı da olsa acımasızca Aytmatov'un eserinin ana ekseni olan "mankurtlaştırma" olayının bu yönü son derecede entere¬sandır. Çağdaş mankurt olan Sabitcan'ın kafasına hiç kimse deve derisi sarıp güneşin altında bırakmamıştır ama işte o tam bir mankurt olarak ortadadır! Bu mankurtlaştırma metodu henüz tam olarak açıklığa kavuşmamıştır, ancak eldeki veriler bu işlemin Sovyetleştirilen eğitim sistemi ile ilişkisini fısıldamaktadır.
Cengiz Aytmatov-Gün Olur Asra Bedel Kısa Özeti Romanda Cengiz Aytmatov’un kişilik analizini çok iyi yaptığını görmekteyiz. Okurken kendinizi Orta Asya bozkırlarında ovadan ovaya koşar halde bulursunuz. Türklerin kökenini ve ilk yaşam tarzlarını bu romanda zihninizde canlandırabilirsiniz. Gelelim romanın kısa özetine. Yedigey biricik dostu, sırdaşı, yoldaşı Kazgangap’ı kaybetmiştir. Vasiyeti gerçekleştirmek Yedigey’e kalır. Yedigey naaşı Ana Beyit’e götürmekle mükelleftir. Ana Beyit ise destan kahramanlarının mezarlarına ev sahipliği yapar ancak Rus Amerikan ortak projesi olan bir uzay üssü buraya kurulmuştur. Sarı-Özek bozkırı doğallığını böylece yitirmiştir. Destansı bir kadın olan Nayman Ana’nın da mezarı burada bulunur. O dönemde Naymanlar istilaya uğrar. Juan Juanlar korkunç işkenceler yapar Naymanlara. Kafalarına yaş deri geçirir güneş altında bekletir kuruyan deri kafayı sıkar bir zaman sonra kurban ya ölür ya da delirirdi. Kendi ifadeleri ile mankurt olurdu. Yedigey ve bir kaç kişilik cenaze konvoyu Ana Beyit’e gelir ama buraya uzay üssü yapıldığı için giriş çıkışlar kontrol altında tutulur. Yedigey girişte bulunan nöbetçiye kapıyı açmalarını söyler ancak nöbetçi açmaz. Sonra Kırgız bir genç gelir onlarla konuşur. Yedigey neden Kırgızca konuşmadığını sorunca görevde iken sadece Rusça konuşmak zorunda olduğunu söyler. Toplumun gerçekten de mankurtlaştığını burada da görür. Kendi dilleri dururken Rusça da neymiş der içinden. Kısa süren sohbetten sonra izin alamazlar ve geri dönerler. Cenazeyi başka bir yere götürür ve gömerler. Yedigey vasiyeti gerçekleştirememiştir ve bu onun içini yer durur.
Kitabın Adı Gün Olur Asra Bedel Kitabın Yazarı Cengiz Aytmatov Kitap Hakkında Bilgi Eser, başkahraman Yedigey vasıtasıyla Sovyet rejimindeki bozulmayı ve çöküşü okuyucuya çarpıcı bir şekilde sunmaktadır. Gün Olur Asra Bedel, tertemiz aşkları, efsane ve masalları, Sovyet Rusya rejiminin acımasız faaliyetlerini bir arada anlatmaktadır. Aytmatov, eserde İnsanları mankurt olmaktan kurtaralım.’ mesajları vermektedir. Mankurt, burada geçmişini ve geleneklerini unutanlar için kullanılmıştır. Genel olarak, Cengiz Aytmatov, mankurt efsanesi ışığında Cengiz Aytmatov, Rusya rejimi sırasında dinini, dilini, ailesini unutan bir nesli gözler önüne sermektedir. Kitabın Kahramanları, Kişileri Yedigey Romanın başkahramanıdır. Kazak bozkırlarında küçük bir aktarma istasyonunda çalışmaktadır. Cephede yaralandığı için beyni dönem dönem sarsıntı geçirir ve onu rahatsız eder. Dinini, soyunu, geleneklerini unutmayan ender kişilerdendir. Kazangap Romanın reel zamanında ölmüştür. Yedigey’in yıllarca birlikte çalıştığı, olgun, saygılı, erdemli arkadaşıdır. Adîlbay Yedigey’in birlikte çalıştığı arkadaşlarından biridir. Huzurlu bir evi olan iyi niyetli bir kişidir. Sabitcan Kazangap’ın oğludur. Küçük yaşlardan itibaren Sovyet yatılı okullarında okumuş, değerlere inanmayan, menfaatperest, acımasız, “mankurt” bir kişidir. Kendisini devletin üst düzey yöneticilerinden biri gibi gösteren, hayırsız bir evlattır. Ayzade Kazangap’ın kızıdır. Sarhoş kocasından sürekli dayak yer. Ukubala Yedigey’in sadık ve her derdi onunla paylaşan karışıdır. Kitabın Özeti Gece yarısıdır. Tren istasyonunda görevli olan Yedigey, karısının kendisine doğru yaklaştığını görür. Kötü bir haber getirdiğini anlar. Karısı Ukubala, Kazangap’ın evinde vefat ettiğini, şimdi de yalnız olduğunu söyler. Yedigey, hemen şefe haber vermesini ve yerine birini göndermesini ister karısından. Karısına tüm haneleri uyandırmasını da tembih eder. Bir süre sonra Uzun Adilbay görevi devralmak için gelir. Yedigey, hanelere doğru yola alırken Sarı Özek adı verilen uzay üssünün bulunduğu yerden ateş hortumu gibi bir şeyin yükseldiğini görür. Kozmonotlar hakkında çok şey duymuştur; ama yine de boş bulunarak şaşırır. Bu uzay gemisi Oarite’de oluşan olağanüstü bir durumdan dolayı gizlice gönderilmiştir. Konvansiyon uzay gemisi, Amerika ile Rusya’nın ortak projesinin ürünüdür. Parite uzay istasyonu kenetlenmeye hazır uzay gemilerine cevap vermemektedir. Sekiz küçük haneden oluşan Boranlı köyünde uzun yıllardan beri İlk kez biri ölmektedir. Ölünün nereye gömüleceğine bir türlü karar verilemez. Yedigey, Kazangap’ın kutsal Ana Beyit mezarlığına gömülmesi gerektiğini söyler. Vasiyeti bu doğrultudadır. Başta Kazangap’ın oğlu Sabitcan herkes buna karşı çıkar. 30 km uzaklıkta olan bu yere götürmenin gereksiz olduğunu söylerler. Sabitcan, acele işinin olduğunu, o kadar vaktinin olmadığını diyecek kadar ruhsuzdur. Yedi-gey, çok sinirlenir ve isterse gömme töreninde bulunmayabileceğini, kendisinin arkadaşı Kazangap’ın son yolcuğunda Çi zerine düşeni yapacağını anlatır. Bu tartışmadan sonra Kazangap’ın vasiyetinin yerine getirilmesine karar verilir. Bu arada, Sabitcan gibi şehir dışından gelen Kazangap’ın kızı Ay-zade abisine bağırır ve zahmet edip de karısının gelmemesi ne kızar, Sonra sohbet koyulaşır. Sabitcan içip gülerek yeni fırlatılan uzay gemisi hakkında çok biliyormuş gibi bir şeyler anlatır. Yedigey, bir evladın babası daha gömülmeden bu ka dar neşeli olabileceğine inanamaz. Bütün bunlar olup biterken, Parite’de ilginç şeyler olmaktadır. Konvansiyon uzay gemisi, bütün dünya ile ilişkisini kesmiştir. X gezegeninde araştırma yapacak olan bu gemi Amerika ve Rusya için çok önemlidir. Bir başka uzay gemisi gönderilir bu gemiye ulaşmak için. Fakat gemide kimse yoktur. Yalnızca bir mektup bırakılmıştır. Mektup, iki kozmonota aittir. Bu iki kozmonot bazı uzaylılarla irtibata geçmiştir. Orman Göğsü isimli bir gezegene mensup olan bu uzaylılar onları gezegenlerine davet etmiştir. Dünya dışı bir uygarlığı merak eden kozmonotlar görevlerini bırakarak bu gezegene uzayhlann yardımı ile gitmeye karar vermişlerdir. Yöneticilerine de iç savaş ve dünyadaki gereksiz kavgaların son bulmasını tavsiye etmektedirler. Kozmonotlar, son olarak gittikleri gezegenden onlarla bağlantıya geçip gördüklerini anlatacaklarını söylemektedir. Bu olağan dışı gelişme üzerine Amerika ve Rusya yetkilileri gizli görüşmelere başlarlar. Yedigey, köyde ölü yıkamayı âdet ve dine göre tek bilen kişi olduğundan sabah erkenden kalkar ve arkadaşını yıkayıp kefenler. Adilbay’a da işi öğretmeye çalışır. Çünkü kendisi öldüğünde onu yıkayacak, duasını yapacak kimse yoktur. Bu işlemleri yaparken bir yandan dua etmekte, bir yandan bütün hayatı gözlerinin önünden geçip gitmektedir. Savaştan ayrılışı, eşi ile bu köye gelişi, Kazangap’la dostlukları bir bir hatırına gelir. Daha sonra Kazangap’ın naaşı bir keçeye sarılarak traktöre konur. Yola çıkılır. Fakat onları mezarlıkta Sarı Özek üssü ile ilgili olağanüstü bir olay beklemektedir. Uzayda bilinmeyen bir gezegende olan iki kozmonottan tekrar mesaj gelir. Orman Göğsü gezegeni hakkında bilgi verilmektedir. Başka bir güneş sisteminde bulunan bu gezegen de insanlar koyu tenlidir. Manzaranın çok güzel olduğu, yeşillerle kaplı bir yerdir. Şehircilik doğaya uygun olarak gerçekleştirilmiştir, insanlar 200 yaşına kadar yaşayabiliyormuş burada. İklimi denetleyebiliyorlarmış. Savaş ve kavgaya asla yer yokmuş bu gezegende. Işık hızındaki aygıtları ile rahatlıkla dünyaya gelebilirlermiş bu insanlar. Fakat, dünyalıların rızası doğrultusunda gelip burayı tanımak istiyorlarmış. Kozmonotlar, uzaylıların dünyaya gelmek için izin rica ettiklerini iletirler. Bunun üzerine yetkililer bir toplantı gerçekleştirir. Toplantı sonunda karar verilene kadar kozmonotların hiçbir harekette bulunmamaları kararlaştırılır. Yedigey ve diğerlerinin Ana Beyit’e iki saatlik yolları kalmıştır. Yedigey, Ana Beyit efsanesini hatırlar. Eskiden bu topraklara Juan Juanlar denilen çok vahşi ve gaddar bir millet sahip olmuştur. Bunlar ele geçirdikleri esirlere çok büyük bir işkence yapmaktadır. Ele geçirdikleri esirlerin saçlarını keserek üzerine deve derisi yapıştırırlarmış. Esirlerin saçları uzadıkça deriden dolayı beyne doğru yönelir. Bu hâlde olanların büyük kısmı beyni delinecek şekilde acılar çekerek ölür. Kalanları ise beyni tamamiyle saçla dolduğundan tüm geçmişini unutur. Bir hayvan gibi sadece yer, içer ve sahibinin emirlerini yerine getirirmiş. Bu tip insanlara “mankurt” denilmekteymiş. Buralarda Nayman Ana isimli bir kadının çocuğu bir savaş sonrasında bir daha bulunamamış. Nayman Ana, oğlunun ölüsü olmadığı için ondan umudunu hiç kesmemiş. Bir gün, civardan bazı kişiler oğluna benzer birinin güneşin altında koyun güttüğünü söylemiş. Adamlar kafasındaki deve derisini görünce onun mankurt olduğunu anlamışlar. Acılı ana, oğluna kavuşmak için hemen yola koyulmuş. Oğlunu görünce ona sarılmış. Fakat oğlan ona boş gözlerle bakmış ve onu tanımadığını söylemiş. Kadın ne kadar dil dökse de çocuk boş gözlerle bakmaya devam etmiş. Sahibi olan Juan Juan gelmiş ve esirine bir silah vererek annesini öldürmesini istemiş. Çocuk, bir mankurt olduğundan hiç düşünmeden annesine ateş etmiş, kadın oracıkta ölmüş. Ana Beyit bu kadının mezarı imiş. Yedigey, çok duygulanarak bu efsane ile eski günlerinin acı tatlı anılarını da hatırlar. Arkadaşı öğretmen Abutalip’i ve suçsuz yere tutuklanıp, ölüşünü hatırlar. Bu arada, uzay istayonundaki gelişmeden yetkililerin dışında dün yada kimsenin haberi yoktur. Uzay istasyonunda uzun süren toplantılar sonunda dünyada uzaylılara yer olmadığı kararı çıkmıştır. Dünya kendinden daha barışçı bir uygarlıkla tanışmak istememekte, kozmonotlar da istenmeyen kişiler ilan edilmektedir. Yedigey ve yanındakiler nihayet mezarlığın olduğu yere ulaşırlar. Fakat her yer çelik telle çevrilmiştir. Silahlı bir asker de nöbet tutmaktadır. Buranın artık yasak bölge olduğunu, kimsenin girmeyeceğini söyler onlara. Ne yapsalar anlatamazlar. Yedigey tek isteklerinin Kazangap’ı gömmek olduğunu anlatsa da karşısındaki yetkililer onu dinlemez bile. Yakında Ana Beyit mezarlığının üzerinde de bir şehir kurulacağını söylerler. Sabitcan, boşuna geldiklerini söyleyerek bağırmaya başlar. Yedigey, ölünün geri götürülmesinin uygun, olmayacağını anlatarak tellerin hemen yanı başına Kazanı gap’ı gömer. Kendisinin de buraya gömülmesini vasiyet eder. Birkaç gün sonra, Yedigey tekrar bu yere gelir. Amacı yetkililerle konuşarak Ana Beyit mezarlığının onlar için önemini anlatmaktır. Fakat yanı başından ateşler saçan bir roket uzaya fırlatılır. Ne kadar kaçsa da ateş parçacıklarından kurtulamaz. Gün Olur Asra Bedel Cengiz Aytmatov Kitabının Özeti, Tahlili, Kişiler Oleh
Ana sayfa Eserler Gün Olur Asra Bedel Cengiz Aytmatov Kitap Özeti En büyük Türk yazarlarından biri olan Cengiz Aytmatov tarafından kaleme alınan Gün Olur Asra Bedel romanı dramatik öğeler barındırmaktadır. KGB’nin acımasızlıkları ve kendi kültürüne dönüş yaşayan karakter, bir gününün asra bedel oluşunu betimler. Gün Olur Asra Bedel Kitap Özeti Mevsimleri çok sert geçiren Sarı-Özek köyünde eşi Ukubala ile yaşayan Yedike, bir demiryolu işçisidir. Bir gece nöbetteyken dostu Kazangap’ın öldüğünü eşinden haber alır. İşyerinden izin alarak köyü uyandırmaya gider. Sadece sekiz haneli bu köyde ilk defa bir ölüm yaşanmaktadır. Kazangap’ın oğlu Ayzade ve Sabitcan da babasının ölümleri üzerine köye gelirler. Sabitcan hayırsız evlattır, tüm malı mülkü satıp yemiş ve köyde yaşayanları da küçük gören ukala bir karakterdir. Ana-Beyit mezarlığına gömülmeyi vasiyet eden Kazangap’ın bu dileğini Yedike gerçekleştirmek ister. Sabitcan itiraz edecek gibi olsa da Yedike’ye laf yetiştiremez. Yedike mezarlığa giden yolda arkadaşı Kazangap ile anılarını hatırlar. Köye ilk gelişi, Kazangap’ın ona devesini hediye etmesiyle başlayan bu hatırlamalar ile işini de Kazangap’ın ona bulduğunu hatırlar. Köye sonradan gelen Abutalip ve Zarife de onların ailesi gibidir. Zaman içerisinde Yedike’nin gönlü Zarife’ye kaysa da bunu asla söylemez. Bir süre sonra demiryolu müfettişi köye gelir. Abutalip’in yazdıklarını görür ve Abutalip götürülür. Çok sonra öldüğü haberi gelir. Zarife bu haberi alınca iki çocuğunu da alarak Sarı-Özek Köyünden ayrılır. Sonradan Rusya’da demokrasi şenlikleri yapıldığında Yedike şehre giderek Abutalip’in suçsuzluğunu kanıtlar. Tüm bunlar zihninden geçerken askerlerin yolu kapattığını gören Yedike, ne kadar dil dökse de nafiledir. Oldukları yere Kazangap’ı gömerler, kendisi ölürse Kazangap’ın yanına gömülmeyi vasiyet eder. Ana-Beyit mezarlığının yolunu asker kapatmıştır çünkü orada bir uzay üssü kurulmuştur. Sadece Dünya araştırması değil, insanlar dışında da iletişim kurulmaktadır.
cengiz aytmatov gün olur asra bedel uzun özet